
Özellikle COVID-19 pandemisi ile beraber Amerika Birleşik Devletleri ve Avrupa’da artış gösteren Tükenmişlik Sendromu ve buna bağlı olarak işi bırakma oranlarının sadece kurumları değil, ülkeleri de kaygılandıran bir durum haline geldiğini görüyoruz.
Çalışanlar için haftanın belirli günleri uzaktan çalışma seçeneğinin olması, esnek çalışma saatleri vb. bir takım seçenekler sunmak da tükenmişlik ve işi bırakma oranlarında bir düşüş sağlamadı. Belçika’nın Fiş Çekme kanunun Nisan ayı itibari ile yürürlüğe sokmuş olması ise ülkelerin kendi önlemlerini almaya başladığını bize göstermiş oldu. Fiş Çekme kanununa göre devlet memurları ve belirli bir sayının üzerinde çalışanı olan özel şirketler sözleşme yönetmeliklerine “mesai dışında ulaşılamaz olma hakkını” ekleme zorunluluğu bulundurmak zorunda. Çalışan ve iş veren kendi aralarında “acil durum” başlıklarını belirlemeli ve mesai saatleri dışında bu başlıkları kapsayan bir durum olmadıkça çalışanlar bütün bağlantılarını kesme ve cevap vermeme hakkına sahip oluyor. Biz de buradan yola çıkarak bu blog yazımızda Tükenmişlik Sendromu ve İşi Bırakma konusun pandemi ile birlikte nasıl geliştiğine değinmeye çalıştık.
Geniş bir açıdan baktığımızda tükenmişlik ve işi bırakma konusunun farkındalıkla başlayan ve giderek artan bir tabloda gösterdiği dikkatimizi çekti;
- Pandemi döneminde uzaktan çalışmanın mümkün olduğunu gördük. Çalışanların yeniden haftanın beş günü ofise dönmekte zorlandı ve bu durum motivasyon düşürücü bir etken oldu. Kurumlar ise buna karşılık uzaktan çalışma ve esnek çalışma saatlerini kurum kültürlerine entegre ederek yeni vehibrid bir düzen yaratma yolunu seçtiler.
- Pandemi döneminde dijitalleşmenin arttı. Dijitalleşme ile birlikte sadece evde oturarak değil, nerede olunursa olunsun mailler, toplantılar ve telefonlar ile iş hayatının sürdürülebilir bir hale geldi. Bu durum en başta sabah 09.00 – 17.00 gibi iş saatiyle çalışan, işyerine gitmekten yorgun düşmüş çalışanlar için cazip ve rahat gibi göründü fakat de arka planda hiç bitmeyen iş yaşamı başlatmış oldu.
- İş ve yaşam dengesinin iç içe geçmiş oldu. Bunun yanında pandemiden ötürü artan stres, yeni normale dönme adaptasyonu ve sosyal yaşamın “şimdi ve burada” odağıyla yaşanmamaya başlaması, çalışanların psikolojik kaynaklarının etkisini azaltarak tüketmeye başlattı.
- Aynı zamanda dijitalleşmeyle beraber yeni ve ek gelir fırsatları arttı. İnsanların kendi işlerini kurup yürütmesinin maliyeti ve zorluğu azaldı. Neredeyse herkes için, iş kurmak ve kendi işinin patronu olmak “yapılabilir” bir durum haline geldi. Çalıştığı kurumla ilgili aidiyet ve bağlılık düzeyi düşük olan ya da hissetmeyen çalışanlar kendi işinin patronu olma yolunda ilerlemeyi tercih etti.
- Kendi işini kurmak istemeyen, çalıştığı kurumda kapsayıcı kültüre sahip olup, aidiyet ve bağlılık düzeyi yüksek olan çalışanların tükenmişlik sendromu yaşamaya başlaması ile dikkatler biraz daha buraya döndü. Dolayısıyla tükenmişlik Sendromu ve hali hazırda iş bırakma trendinin görünenden daha farklı boyutları olduğunu hepimiz farkeder bir duruma geldik. Bu artık sadece Ruh sağlığı alanının profesyonellerinin ilgi alanında kalmayıp iş dünyası ve ülkelerin üst düzey yöneticilerinin de araştırıp merak ettiği bir duruma dönüşmüş oldu.
- Tüm bunların sonucunda Dünya Sağlık Örgütü Tükenmişlik Sendromunu bir Ruhsal Bozukluk olarak, Uluslararası Hastalıklar Sınıflandırılması’nın 11. basımının (ICD-11) revizyonunda bizzat tanıdı. 2022 yılında ise ICD-11’de resmen basılı olarak yer verdi. Diğer ruhsal hastalıklarda olduğu gibi, Tükenmişlik Sendromu, sadece yaşayan kişinin kendisi ile ilgili değil, içinde bulunduğu yaşam koşulları, sosyal çevresi ile de alakalı bir durum olarak kabul görmüş oldu.
Kurumlar, iş gücünü ve verimliliğini kaybetmemek ve çalışanlarını destekleme amacıyla, iş yerinde iyi oluş ile ilgili bütçeler ayırmaya başladı fakat; çabalar da tükenmişlik sendromuna bağlı işi bırakmanın önüne geçmekte yeterli olmadı. Bunun sonucundaysa Devletler, kendi önlemlerini almaya karar vererek aslında çalışanların psikolojik iyi oluşuna katkı sağlayabilecek ve iş stresini azaltacak önlemleri farkederek harekete geçmeye başladı.
Bu tabloya uzaktan baktığımızda, günlük hayatın akışında gözden kaçan “stres unsuru”nu farketmek, bağlılık, aidiyet,değerler, işyeri kültürünün ve ülkelerin kendi iş kültürünün, insanların ruhsal durumunda ne kadar önemli bir yer kapladığını bize gösteriyor.
Bize göre ise: kişinin genel olarak “iyi oluş” halinin, sadece kendisini ilgilendiren bir durum olmadığı bilinci ile Fiş Çekme hakkının yasal olarak yürürlüğe girmiş olması, Ruhsal Bozukluklar – İyi oluş ve ülkenin ekonomik gücünün sürdürülebilirliği açısından sorumluluk sahibi bir tutum değeri taşıyor.
Böyle bir kanunun Türkiye’de de çıkarılmasını heyecanla bekliyoruz ancak bu süreçte hızlı aksiyon almak isteyen öncü kurumlar arasında yerinizi almak isterseniz RNA Değişim Yönetimi olarak, kültürel değişim, koçluk, mentorluk, workshoplar ve alanında uzman psikoterapist işbirliklerimizle kurumların ve çalışanların psikolojik iyi oluşunu desteklemek amacıyla hizmet vermekteyiz. Ayrıntılı bilgi için bizimle iletişime geçebilirsiniz.
